HotWaterMusiC

pardon me, you got light?

2/21/09

Bükçe Mütercim-Tercümanlık II. Sınıf

Oglum bir hafta sonra evleniyor. Sorumluluk sahibi bir baba olarak, ona ögüt
vermem gerekiyor. Fakat bunu evde yapamam çünkü annesi agız tadıyla ögüt
vermeme izin vermez, sözü agzımdan kapıp kendi devam eder. !s yerimden ogluma
telefon açtım, aksam yemegini dısarıda birlikte yiyelim, dedim. Deniz kenarında ki bu
sirin lokantada simdi onu bekliyorum.
Geliyor aslan parçası, yakısıklılıgı da aynı ben.Hos besten sonra konuya giriyorum.
-Oglum haftaya dügünün var, bir baba olarak sana bazı konularda yol yordam
göstermem gerekiyor.
Kaç dil biliyorsun oglum sen?
-!ngilizce, Fransızca bir de kendi dilimi de sayarsak Türkçe'yle üç dil oluyor.
-Bugün ben sana dördüncü dili ögretecegim. Dilin adı Bükçe. Kadınlar tarafından
kullanılır. Sen buna "kadın dili" de diyebilirsin.
-Kadınların ayrı bir dili mi var?
-Tabi ki. Eger kadın dilini bilirsen bir kadınla yasamak dünyanın en büyük zevkidir
ama bu dili bilmezsen hayatın kararabilir. O yüzden bir kadınla mutlu olmak isteyen
her erkek Bükçe'yi ögrenmeli.
-!yi de niye Bükçe?
-Çünkü kadınlar konusurken genellikle, söyleyecekleri sözü, net söylemezler. Egip
bükerler onun için dilin adını "Bükçe" koydum.
-Bükçe zor bir dil mi baba? diye sordu gülerek.
-Bana bak, çok önemli bir konu, egleniyor gibisin biraz ciddiye al. Bir kadınla mutlu
olmak istiyorsan bu dili bilmen çok önemli. Çünkü kadınlar sözü bükerek Bükçe
konusurlar sonrada senin sözün dogrusunu anlamanı beklerler. Felsefesini anlarsan
kolay, anlamazsan zor.
-Tamam baba, haklısın ciddiyetle dinliyorum. Peki, sence kadınlar neden bizimle aynı
dili konusmuyorlar, söyleyeceklerini direkt söylemiyorlar.
-Bence bir kaç sebebi var. Birincisi, duygusal oldukları için, hayır, cevabı alıp kırı
lmaktan korktuklarından dolayı, sözlerini de dolaylı söylüyorlar. !kincisi, kadınlar
dünyaya annelikle donanımlı olarak gönderildikleri için onların iletisim yetenekleri çok
güçlü.
-Bu konuda biz erkeklerden bir sıfır öndeler yani.
-Ne bir sıfırı oglum, en az on sıfır öndeler. Düsünsene, henüz konusmayan, küçük bir
çocugun bile yüz ifadesinden ne demek istedigini hemen anlıyorlar. !sin kötüsü
kendiler leb demeden leblebiyi anladıkları için biz erkekleri de kendileri gibi
zannediyorlar. Onun için, leb, deyip bekliyorlar. Hatta bazen, leb, demek zorunda
kaldıkları için bile kızarlar. Niye, leb, demek zorunda kalıyorum da o düsünmüyor,
diye canları sıkılır.
-Biz de bazen Canan'la böyle sorunlar yasıyoruz. Niye düsünmedin, diye kızıyor
bana.
-Kızarlar oglum kızarlar. Kadınlar ince düsüncelidirler, detaycıdırlar, küçük seyler
gözlerinden hiç kaçmaz. Bizim de kendiler gibi düsünceli olmamızı beklerler fakat
erkekler onlar gibi degil. Biz bütüne odaklıyız, onlar detaya . Beyinlerimiz böyle
çalısıyor.
-Ne olacak baba o zaman, yok mu bu isin çaresi?
-Var dedik ya oglum, Bükçe'yi ögreneceksin, bunun için buradayız. Hazır mısın?
-Hazırım baba.
-Bükçe bol kelime kullanılan bir dildir. Biz erkeklerin on kelime ile anlattıgı bir konu,
Bükçe'de en az yüz kelime ile anlatılır. Dinlerken sabırlı olacaksın. Mesela karın ogün kendine elbise aldı, diyelim. Bunu sana "bu gün bir elbise aldım." diye söylemez.
Elbise almak için dısarı çıktıgı andan baslar, kaç magazaya gittiginden, almak için
kaç elbise denediginden, indirimlerden, yolda gördügü tanıdıklarından alırken yaptıgı
pazarlıktan devam eder ve sana kocaman bir hikaye anlatır.
-Hikaye dili yani.
-Aynen öyle. Sen akıllı bir erkek olarak ona asla, "Hikaye anlatma, ana fikre gel, kısa
kes." demeyeceksin. Böyle bir sey dediginde, bittin demektir. İster öyle de, istersen
"seni sevmiyorum." de. İki durumda da "seni sevmiyorum" demis olacaksın.
-Ne alakası var, baba. Seni sevmiyorum demekle, kısa anlat demenin.
-Çok alakası var. Kadınlar dinlenilmedikleri zaman sevilmediklerini düsünürler.
-Bu önemli, Bükçe'de dinlemek sevmektir, diyorsun.
-Aynen öyle. Devam edelim. Bükçe ima dolu bir dildir. Kadınlar konusurken, bir seyler
ima etmeyi severler. Biz erkeklerde imalı konusuyoruz diye düsünürler ve
sözlerimizle onlara ne demek istedigimizi çözmeye çalısırlar. Oysa erkeklerin ima
yetenegi pek gelismemistir. Bizim kastımız söyledigimiz seydir.
-Geçen hafta Canan bana "Bir kaç kilo daha versem gelinligin içinde daha iyi
duracagım." dedi. Ben de "Böyle de iyisin." dedim. Canı sıkıldı bir kaç saat surat astı.
"Neyin var." diye sordum. "Hiçbir seyim yok." dedi. Sence nerede hata yaptım?
-Böyle de iyisin, derken o "de" ekini orda kullanmamalıydın. Canan bunu söyle
anlamıstır. Böyle de fena sayılmazsın, eh iste, idare edersin ama tabi daha da iyi,
daha da güzel olabilirsin."
-Peki ne demem gerekiyordu?
-Sunu hiç unutma. Kadınlar kendileri ile ilgili, giysileri ile ilgili ya da aileleri ile ilgili bir
soru soruyorlarsa, kesinlikle iltifat bekliyorlardır. Es kaza elestirmeye kalkarsan
yandın. Bunu hiç unutmazlar. O gün "Hayatım sen zaten çok güzelsin, kilo vermeye
falan bence ihtiyacın yok." deseydin, o günün zehir olmazdı. Mesela bir gün kucagına
oturup, agır mıyım, derse sakın "evet, biraz" falan deme "hayır" de. Yoksa bir daha
kucagına oturmaz.
-Yani diyorsun ki bir kadın her daim güzeldir, her giydigi yakısır ve her kadının annesi
bir hanımefendi, babası da beyefendidir. Bana ne yaparlarsa yapsınlar.
-Aferim oglum, çok hızlı anlıyorsun bana çekmissin. Kadının, kendi anne babasıyla
sorunu olsa, kendi elestirir ama asla senin elestirmeni kabul etmez. Bunu kendine
hakaret olarak alır.
-Ve asla unutmazlar, degil mi?
-Aynen öyle. Yıllar önce annene, annesi için "biraz cimri" demistim. Hala "Sen benim
annemi sevmezsin." der ve annesi bize bir sey aldıgında gözüme sokar, en çok
görecegim yere koyar.
-Hadi o konularda dilimi tutarım da, su ima isini çözmek zor geldi.
-Zor gibi ama biraz gayret edersen çözersin. En önemlisi imaları anlayacaksın ama
"sen sunu mu demek istiyorsun." diye asla yüzüne vurmayacaksın.
!lla Bükçe anlatacak, asık bir yüzle karsılasmamak için senin de anlaman gerekiyor.
"Hayır, evde yiyecegim ama istersen hazır bir seyler alıp geleyim, ne dersin."dedim.
"Tamam" dedi. Döneri sever biliyorsun, dün eve giderken, ekmek arası döner
yaptırdım. Onun dönerini de kepekli ekmek arasına yaptırdım. Bunu düsündügüm için
ayrıca sevindi. O da diyette, dügünde daha zayıf görünme derdinde, bu sıralar.
-Bu Bükçe'de kısa konusma yok mu baba?
-Var ama yerinde olsam hiç tercih etmezdim. Kadın konusmuyorsa ya da kısa
konusuyorsa kesin ciddi bir sorun var demektir. Mesela baktın canı sıkkın,
soruyorsun, "Neyin var" diye. "Hiçbir seyim yok." diyorsa, aman bir seyi yokmus, diye
bırakma. Yoksa az sonra, çok ilgisiz oldugundan yakınarak, aglamaya baslar.
-Bükçe'de "Hiçbir sey yok" demek "Çok sey var, benimle ilgilen" demek oluyor, o
zaman.
-Evet. Biz erkekler "Bir sey yok." diyorsak ya gerçekten bir sey yoktur, sadece
basımızı dinlemek istiyoruzdur ya da bir sey vardır ama; su anda konusacak bir sey
yok." diyoruzdur. Her ikisinde de konusmak istemiyoruzdur. Ama kadınlar ilgiyi sevgi
olarak gördükleri için "Bana deger veriyorsan, ilgilen ki anlatayım." demek istiyordur.
Çok nadirdir, gerçekten anlatmak istemiyor olabilir, o zaman da fazla üstüne varıp
bunaltmayacaksın tabi.
-Bir arkadasım da kadınların "peki" demesi tehlikelidir, demisti.
-Dogru. Bir kadının agzından çıkan "kuru bir peki, olur, tamam" her zaman tehlikelidir.
Bu Bükçe de "Simdi tamam diyorum ama acısını daha sonra çıkaracagım." demektir.
Sana en kısa zamanda kesin bir ceza keser. Fakat pekinin yanında "peki canım, olur
hayatım" gibi bir hosluk ekliyorsa korkmaya gerek yok.
-Zor bir dil baba.
-Yok yok gözün korkmasın. Bükçe, konusman gerekmiyor. Dili anlaman yeterli.
-Anlamak da pek kolay degil ama.
-Korkma o kadar zor degil. Devam edelim. Kadınlar istediklerini söylemek zorunda
kalınca, düsünemedigimiz için biz erkeklere kızarlar, ve konusurken suçlayarak
konusurlar fakat suçladıklarının farkında olmazlar. Sitem ediyoruz zannederler.
-Nasıl yani?
-Mesela, karın sana "ne zamandır dısarı çıkmadık." derse bunu suçlama olarak
üstüne alma, seninle gezmek canı istiyordur, bunu sen düsünüp teklif etmedigin için
kalbi kırılmıstır. Maksadı seni suçlamak degildir. "Daha geçenlerde gezmeye gittik."
gibi bir savunmaya girme. "Tamam canım haklısın, ben de istiyorum, en kısa
zamanda gideriz." de, konu kapanır. Tabi ilk fırsatta da sözünü yerine getirirsen iyi
olur.
-Küçük ama önemli detaylar.
-Aynen öyle. Mesela karın "üsüdüm" diyorsa, üstünü kalın giy demeni ya da kombiyi
açmanı degil, ona sarılmanı istiyordur.
-Keske okullarda ögretselerdi biz erkeklere Bükçe'yi. Ne kadar erken baslasak o
kadar çabuk kavrayabilirdik, belki.
-Haklısın aslında ben de sana ögretmek için geç kaldım. Neyse zararın neresinden
dönülse kardır.
-Not mu alsaydım, epeyce detayı varmıs dilin.
-Sen bilirsin oglum, unutacaksan al. Keske ben de not alıp gelseydim. Umarım sana
eksik ögretmem. Simdi aklıma geldi. Kadınların en nefret ettigi sözcük "Fark
etmez"dir. Fark etmezi kadınlar "Hiç umurumda degil, ne yaparsan yap " diye
anlarlar.
-En degerli sözcük nedir?
-Sen bil, bakalım.
-Seni seviyorum, demek herhalde.
-Evet, kadınlar "seni seviyorum" sözünü sık sık duymak isterler. Biz erkekler
söylemistim, zaten biliyor diye bu konuda gaflete düsmemeliyiz.
-Bükçe sadece konusma dili midir baba? Bunun bir de davranıs dili var gibi geliyor
bana.
-Ben de tam ona geliyordum. Kadınlar küçük seylere önem verirler. Aksam ona sarıl,
televizyon izliyorsan sarılarak izle. Gündüz onu düsündügünü ifade etmek için kıs
acık da olsa bir mesaj gönder, küçük sürprizler yap. O yemek hazırlarken ona yardım
et, salata yap, çay demle.
-Aksam gelip sırt üstü yatmak yok yani.
-Gözünde büyütme. Sayınca çok sey gibi görünüyor ama aslında bunlar zaman
alacak, zor ve masraflı seyler, degil. Sen bu küçük seylere dikkat et, zaten karın sana
pasa gibi davranır, seni yormaz. Bir erkek bu küçük seylere dikkat etmezse zamanını
karısıyla büyük kavgalar yaparak geçirir. Sevgiyle geçirmek varken niye kavgayla
geçiresin ki? Kadınlar çok vericidir ama eger sen hep alıp vermezsen, bir gün birden
patlarlar. Küçük küçük alırlarsa, büyük büyük verirler.
-Tamam baba bunlara dikkat edecegim.
Garson yemek tabaklarını kaldırırken oglumun telefonu çalmaya basladı. Belli ki
nisanlısı arıyor, konusmak için deniz kenarına dogru adımlamaya basladı. Az sonra
geldi.
-Baba çok tesekkür ederim. Bükçe'yi anlamaya basladım. Canan aradı. "Salonun
perdelerini ne renk olsun karar veremedim, yarın birlikte m i baksak." dedi. Tam "Fark
etmez, sen seç" diyecektim ki bunu senin söyledigin gibi "Ev de perde de umurumda
degil" gibi anlayacagı aklıma geldi. "Tabi canım, istersen birlikte bakabiliriz ama ben
senin zevkine güveniyorum, sen seç istersen," dedim çok mutlu oldu. Kendi seçecek.
-O zaten perdeyi çoktan seçmistir de kadınlar illa yaptıklarını onaylatmak isterler.
Birlikte de gitsen o seçtigi perdeyi almak isteyecektir. Biz erkekler onların ne demek
istediklerini anlarsak, islerden kolay sıyırırız.
-Baba tekrar tesekkür ederim. Bu iyiligini hiç unutmayacagım. Bana Bükçe'yi
ögretmeseydin halimi düsünmek bile istemiyorum.
-Sanslısın oglum. Benim seninki gibi bir babam yoktu. Bunları deneye yanıla
ögrenmem yıllarımı aldı. Sen yine iyisin, hazıra kondun. Güle güle kullan, isteyene de
ögret, herkes de güle güle kullansın. Kullansınlar ki yüzleri gülsün.

üzerinegemliknotlar vol.2

@180209


serkeş, hodbin, hodfüruş, hodendiş, şikemperver-kampta risalelerden öğrendiğim kelimeler- hayatımdan uzakta geçirmek üzere olduğum dördüncü günün son demleri...kitap okumaya, aydınlanmaya, entelliğin dayanılmaz hafifliğine duyduğum ilk günkü hevesten çok şey eksildi.-bokunu çıkarmamak gerekiyormuş vesselam-. programın ilk iki gününde gerçekten sıkılmadan altı saate yakın kitap okuyordum, ne mesuttum bir bilinse! zira-organize işler, tolga çevik, her cümlede kullanılan bağlaç- devam eden günlerde içimden gelen entellik hevesinin yerini hevesdışı bir zorlama aldı. şöyle ki okuma saatlerinde kitap okumam gerektiği için okumaya başlamıştım. dolayısı ile, heves körelmesine mağruz bıraktım kendimi. ama varsın olsun, okul döneminde 1aylık bir periyotta okuyamayacağım kadar kitap okudum.-enaniyet de dizboyu, estağfirullahelazimvenetubiileyk-

@kitap dışında başka şeyler de yapıldı, tabi ki. söz gelimi, ilk günden Gemlik Kız Meslek Lisesi'nin yeri tespit edildi, ve gözetlemeye tabi tutuldu. Kızların çıkış saatine yakın, okul çıkış kapısının karşısındaki beyaz beton elektrik direğine omuzlar yaslandı, sigaralar yakıldı, havadaki azota karışan duman eşliğinde kızlar kesildi. beklenen sonuç elde edildiği için, hiçbir üzüntü duyulmadan sahile inilip, pet bardakta 50kuruşluk demli bir çay ve yine sigara eşliğinde keyifler çatıldı.


@hayata her iki dedesi de vefat ettikten sonra gelen, dolayısı ile dedesinin sırtına binip trtdeki western kuşaklarını aratmayacak bir tarzda kovboyculuk oynayamayan BEN, yaşlı amcaların uğrak yeri olan, ülke sorunlarının tartışılıp öneriler sunulduğu bir kıraathane buldu. İstisnasız, hergünün öğlen ve akşam vakitlerinde yemek zorunda olduğu, aksi takdirde aç kalacağı yemeklerden sonra, o kıraathaneye gitti. kıraathane...Türkiye'nin gerçeklerini posta gazetesinden, gençlerin cinsel sorunlarını haydar babadan, aldatılan kadınların hikayesini oya abladan, sporun gerçeklerini fanatik gazetesinden, hayatın gerçeklerini ise birbirlerinden öğrenen yaşlı, küçülmüş de büyümüş, sevimli güruhun yerleşkesi.
İstanbul'da okulun arkasında -ben, sefa, fatih, ve BÜLENT ile beraber- keşfettiğimiz bu tarz bir kahvede geçen diyalog: (Tay TV yayında, ve at yarış sonuçları ve yarışan atlar hakkında bir özet geçilmekte)
Spiker: üçüncü koşunun favorilerinden "rafetelroman", yarışta sonuncu gelerek bahissever fanatiklerini hayal kırıklığını uğratıyor.
Amca: -yanındaki amcaya dönerek- lan rafetelroman şarkıcı değilmiydi?


*bonus quote: There will always be something to ruin our lives, it all depends on what or which finds us first. We are always ripe and ready to be taken. C.B

2/19/09

lüzumkar bilgi!

sigara baş ağrısını geçiriyor! aspirin, novalgin, aferin, pekiyi-uff-, vermidon halt eylesin!

üzerinenotlargemlik vol.1

@140209


@bu yazının girizgahında zorlandığımdandır emefö-bodrum bodrumdan "nasıl anlatsam, nerden başlasam..." sözleriyle dalıyorum. hani aslında "nasıl anlatsam, nerden başlasam"lık bir gün değildi, zira böyle dolu dolu bir gün geçirmiş havası katmak için, meşgul biriymiş gibi görünmek, mesgul biriymiş gibi görünmekle de "kuul" bir izlenim bırakmak amacım*.
  *any action has an aim, a purpose. translation is an action, doğal olarak translation has an aim, a purpose.(vermeer ibnesi, bindokuzyüzbilmemkaç)
hatta ve hatta, bu bırakmaya çalıştığım izlenimin ardındaki asıl amaç: "neee! yoksa malum şahıs sevgililer gününü biriyle mi geçirdi? amanın başımıza taş yağacak!" endişesini akıllara getirip yürek hoplatmak, etekleri zil çaldırmak, belki de yüreğinizi ağzınıza getirip sizi dumura uğratmak.(bkz: Türkçe Deyimleri ve Atasözleri Sözlüğü)
-yok yok latife. alakası yook-salak kız efekti-! tam aksine abazan bir sabahın yedisinde ayağa dikildim. uyandığımda farkettim ki gözlerim Tayyip babanın gözleri gibi şişmiş-nedenler farklı o ayrı konu-. benimkiler neden şişti peki? hep o Carmen'in, sienbisi-e'nin, tienti'nin yüzünden. sienbisi-e'yle tienti'yi salla da, Carmen neydi öyle yahu?-aauuuuvvv-(ülkücü efekt) Carmen'i doya doya izledikten sonra bir arkadaşın Brad'e ithafen "hepimize yetecek kadar brad" latifesini değiştirip yerine malum cümleyi kurasım geldi. ama Latif Doğan'ın bir şarkısındaki "henüz 3 yaşında bir kardeşim var, seni ondan bile kıskanıyorum" dizeleri geldi aklıma, ve malum cümleyi kurmaktan vazgeçtim.

@sabah pencereden dışarı baktığımda çok güzel, ritimli bi şekilde yağmur yağıyodu, ancak ikibuçuksaatte Maltepe'ye vardığımda yağmurun sadece pencereden bakarken çok güzel göründüğünü anladım. peki niye sabahın yedisinde ve yağmurun altında matlepeye geldim? lanet olsun ucu yine entelliğe dayanıyor, ne yapsam ne etsem o işin ucunu entelliğe dokunduracak bişeyler bulup çıkartıyorum, mutlu oluyorum sonra da. cemaat- ötekiler, yani biz- aydınlanmak için sağda solda kitap okuyacam diye kendini helak eden gençlerin içler acısı halini gözönüne alarak dört günlük bir kitap okuma kampı organize etmiş.

@Bursa'nın Gemlik ilçesinde, tatil dolayısıyla kısmen boş olan bir yükseköğrenimöğrenciyurdunu bizler için ayarlamış ve hepsi birbirinden abazan ancak hepsi de zararsız bir öğrenci grubunu yurda yerleştirmek suretiyle kampı başlatmışlardır. sabah yedide başlayıp, gece onikide biten bir program.-yedide kalkmak eziyet gibiydi kamp dahilindeyken, lakin kamp bittiğinde saat yedi-on arası okuduğum şeylerin çoğunun aklımda kaldığını farketmiş bulunmaktayım- kampta istenirse saatlerce, gözler şişene ve uyandığında kendini aptal gibi hissedene kadar uyunabiliyordu.-ki isteklileri vardı-. arzu edilirse de programa saati saatine uyularak günde artıeksi 9saat kadar kitap okunabiliyordu. ben bu programın neresindeydim ?
 el-cevab: yaklaşık 6saat kitap okuabilenlerin safındaydım.gururluydum! mutluydum!

2/12/09

awareness of the end !

 @ bitti..boğaz manzaralı ultra süper oval ofiste icra etmeye çalıştığım mesleğimin sonuna yaklaştım, birazdan kapıya kilidi vurmamla herşey son bulacak-kapıya kilidi vurmak güzel bir sözcük öbeği olduğu için kullanılmıştır, yoksa bahsi geçen kapının bildiğimiz Kale kilittir, ince uzun bir anahtarı kilide takıp çevirmekle kilitleme eylemi son bulmaktadır- ...ne güzel alışmıştım be, en azından biri aradığında ve bir yere çağırdığında "işim var şu an canım, çok yoğunum gerçekten gelemem bak, Allah seni inandırsın sabahtan beri kahvaltı bile yapamadım-saat 13 ila 14 arasıdır-"..

@ sevgililer günü dolayısıyla bir hayli yoğunduk gerçekten de-şerefsizim bak-, askerlik yaptığı yerden bilmem hangi ildeki sevgilisine, eşine, nişanlısına tektaş yüzük, kolye, küpe vs. alanlar, sihirli kupa alanlar-ben de alıcam,) - aldıkları hediyenin üzerine not yazdırmalar, hediye paketi yaptırmalar, aldığı hediyenin fiyatı belli olmasın diye faturasını hediyeyle yollattırmayanlar vs. vs. ve bu eylemlerin bizzat "ben" tarafından yapılması..alınan hediyeleri paketlemekten ve üzerine not yazmaktan gınağa geldim, ama güzeldi insanların mahremine dahil olmak..birbirini seven iki insanın arasında köprü vazifesi görmekten mutlu addettim kendimi, ve bu insanların bana teşekkür etmesini bekledim bazen.. ne güzel bi duygu lan, sevgilisine hediye alan herifin notu kendisinin değil de benim yazmam, ne yüce bir ayrıcalık yareppim! 
@ bütün bunları yaparken bişeyi unuttum, ben mütercim-tercümanlık öğrencisiydim. nasıl olur da, günde onlarca insanla bir sekreter(!) gibi telefonda konuşurdum, hediyeleri paketler, üzerlerine not yazardım, gece geç saatlere kadar ofiste kalıp işlerimi bitirip çıkarken ofisi ve hergün kendi sıçtığımız tuvaleti temizlerdim, aman Allah'ım nasıl yapardım bunları, ben tercüman olacaktım oysa ! bu kafa yapısıyla nasıl tercüman olurdum..yok yok bu kafayla tercüman olamam, mütercim hiç olamam..benim ergenlikten çıkar çıkmaz, nasıl sağlık sigortası yaptırabilirim, nasıl tip bir sandalyede ve hangi açıyla oturursam bel veya boyun fıtığı olmam, laptopu dizlerimin üzerinde kaç saatten az tutarsam testeronlarım hasar görmez ve çocuğum olur, ya da tercüman olursam çocuk yapmaya vaktim olur mu, bunları düşünmem lazım. evet evet nasıl yaptım bütün bunları, çıldırmış olmalıyım!

@ bugünü(son gün, tek gidişlik gün) zamanlama açısından da farketmeden akıllıca planlamışım. kitapyurdundan aldığım kitaplar-entellik uğruna- bugün geldi, dün değil, yarın da değil, bugün. bugün hayatımda bazı şeyleri farkında olmadan iyi planladığımı farkettim, bu iyiye işaret olsa gerek. ve tabi başka bir sürü neden var niye böyle düşündüğüm konusunda. devamı gelir inşallah.
@ kitapların içinde en çok merak ettiğim "kadıköy underground poetix" adında bir kitapdergi. çok ilginç olduğu kesin. kapağından anlaşılıyor zaten.-2. sayı olmasına rağmen yıl:2040/sayı:99 yazıyor- başka bi ilginç yanını da abim tespit etti. aldığım kitapları kurcalarken sözünü ettiğim kitapdergiyi eline aldı, rasgele bi sayfa açtı. karşısına çıkan sayfaya bakar bakmaz, bana döndü:"oğlum manyak mısın, buna mı para verdin? git kamasutra serisi al daha iyi."

dedim:"alla allaa ne oldu ya hayırdır?"

dedi:"bildiğin porno dergisi lan bu, al bak!"

dedim:"hmm..-sessizlik-" saçma bi savunmasını yaptım kitabın, ama hatırlamıyorum.herneyse kitapdergini içinde paylaşmaya değer bişeyler bulursam okuduğumda, paylaşırım. yoksa "sik.sik beni.göt" gibi müstehcen kelamların edildiği bi yazıyı-bol resimli- paylaşmamı istemezsiniz heralde.

*bonus quote: "Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olmayacağız... Hepimiz heba oluyoruz... Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş... Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz... Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz... Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız... Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık.... Bizim savaşımız ruhani savaş... Ve bunalımımız kendi hayatlarımız..."

2/10/09

(bkz: ferik?)

  feriği biçok kez kullanmama rağmen anlamını bilmiyordum, hoşuma gittiği için kullandığım kelimelerden biriydi sadece.(adırs: muşamba, kenafir, hodbin, peştemal, köstü*, bulaşık-byzhnm-) anlamına bakim dedim, ve baktım. ayndınlatiim şimdi sizi. feriğin bir anlamı, eski dilde "tümgeneral" anlamına gelmekte, diğer anlamı da tavuğun tavuklukla civcivlik arasındaki gelişme evresi imiş. yani bi nevi ergenlikten çıkan ve çocuk yapmayı bekleyen bir baaayan."ergenlikten çıkmış bakire tavuk"! kullandığım şahıs itibariyle pek bişey ifade etmiyor zaten, boşver kelime haznene bi tane daha eklendi mutlu ol.(bkz:mutlu ol bu bir emirdir!)feriğim aradı bugün, bizim okulun alman dili edebiyatına gelsem nasıl olur diyor. benim de elime bi fırsat geçmiş, değerlendirmezsem olmaz felsefesiyle, okulun binbirtütlü ezik halini unutup "gel, gel sarışınım geel" tarzında "tabi olum gel tabi, harika olur,müthiş olur, mükemmel olur" dedim. gerçekten de olur yani. tereddütü, acaba 2 sene ingiliz dili edebiyatı okuduktan sonra alman diline geçsem zaman kaybı olur mu tarzındaydı. tabi haklı, ben de bu sene bölümü değiştirme planları yaparken, vazgeçmemin nedeni zaman kaybı olacağındandı. ama bu zaman kaybı olur mu olmaz mı tantanasının nedeni en başta yaptığımız hayati bir hatadan kaynaklanıyor tabi."pahalı olan mal kaliteli maldır" anlayışıyla paralel bir hata yaptım kendi adıma, "puanı yüksek olan üniversite iyi üniversitedir, puanı yüksek olan bölüm iyi bölümdür" saçmalığına inanarak seçtim marmara tercümanlığı. alakası yok tabi ki de. onun yerine ingilizce dışında "rusça, almanca, fransızca vs." bölümlerden birini okuyup hem ingilizce hem de bahsi geçen dillerden birini öğrenip mezun olarak çok güzel, akıllıca ve mantıklı bi hamle yapabilirdik gelecek adına, ama olmadı işte.-büyük bi günah işlemişiz demek ki, büyüksün yareppim, adaletin de öyle- boku bokuna okuyacaz şimdi bu bölümü, hem de mezun olunca çevirmenlik yapmayacağımı bile bile. en koyanı da bu galiba, ilgili bölümün mezunu olup o işi yapmayacak olmak. hani güzel bir bölümden mezun olursun, hayat şartlarına göre başka bi iş yaparsın mezun olduktan sonra, o ayrı mesele de, bu işi 2. sınıftayken yapmayacağını bilmek bambaşka bir mesele-gad biles as- herneyse zükerim ya neyse ne..bindik bi alamete gidiyoz kıyamete, ölümlü dünya boşveeer=)

HanK Vol.2

alkol üzerine:

alkol bu dünyaya gelmiş en muhteşem şeylerden biri muhtemelen -beni saymazsak tabii ki. evet… bu dünyaya gelmiş en muhteşem iki şeyi saptadık. işte… iyi anlaşırız ben ve alkol. çoğu insan için yıkıcıdır. ben onlardan biri değilim. en yaratıcı yazılarımı sarhoşken yazmışımdır. kadınlarla bile, ben biraz çekingenimdir sevişme konusunda, bu yüzden alkol bana cinsel olarak daha özgür olma olanağı tanımıştır. alkol özgürlüktür benim için, çünkü ben esas olarak içine kapanık, mahcup biriyim, oysa alkol bana bir kahraman olma, pervasızca işler yapıp uzay ve mekanda uzun adımlarla yürüme fırsatı tanır… bu yüzden seviyorum… evet.

sigara içmek üzerine:

seviyorum sigara içmeyi. duman ve alkol birbirlerini dengeliyor. eskiden deli gibi içtikten sonra uyanırdım ve ellerim nikotinden sapsarı olurdu, eldiven gibi… kahverengi nerdeyse… içimden, " hasiktir… ciğerlerim ne haldedir kim bilir? aman allahım!" diye geçirirdim.

2/6/09

HanK vol.1

biri beni durdursun-maskeeeee-! hem bir günde 2 tane, hem de 2 gün art arda yazabildiğimin farkındalığıyla haklı gururumun hazzıyla coşmuş bulunmaktayım. bu yazıyı kimine göre hergele, kanunsuz, pis bir moruk olan kimine göre de büyük üstad, klas sarhoş, kaliteli at yarışçısı olan ve "kendimi ibne gibi hissediyordum, bu hiçbirşey hissetmemekten daha iyiydi" diyen kadın azmanına olan boynumun borcunu yerine getirmek için yazıyorum. az önce yazmış olduğum "unamethedrama,iplaythepart" yazısından hemen sonra aklıma geldi blogdaki hemen herşeyin -blog ismi, blog başlığı, profildeki geçerli ad-soyad vs.- o hergeleden çalıntı olduğu ve bugüne kadar da onun hakkında tek bir kelam etmemiş olmam. bu heriften söz etmişken bu herifle beni tanıştıran feriğim,fidanım, sevdalıma selam etmeden geçmeyim.-zaten şu sıralar beni sevmediğini söylüyor, izmire çağırıyor, gitmiyorum diye benimle gündelik hayatımın içindeki sıradan insanlar gibi konuşuyor.sevgililer gününden sonra da böyle devam ederse çok ciddi demektir :D herneyse bukowskiden bahsettim şu ana kadar. sindire sindire ve bol bol alıntı yapmayı düşünüyorum Güneş İşte Burdayım adlı ve röportajlarından oluşan kitabından, aklıma geldikçe. van, tuu, trii, forooo...


Editörün notu: time dergisi charles bukowski'yi "amerikan ayak takımının mümtaz şairi," olarak nitelendirdi. ancak şair gerçek hayran kitlesini avrupa'da buldu. bukowski bugün dünyanın en çok okunan şairlerinden biri. Bukowski'nin 32 şiir kitabı, 5 öykü derlemesi ve 4 romanı var. en iyi bilinen eserleri Ekmek Arası, Kadınlar, Sıcak Su Müziği(hotwatermusic :D ), Ölüler Böyle Sever, Postane, Sıradan Delilik Öyküleri ve Bana Aşkını Getir.
ilk senaryosundan yapılan filmin -Bar Sineği- başrollerinde mickey rourke ve faye dunaway'in oynadığı, yönetmenliğini barbet schroeder'in yaptığı film bukowski'nin gençlik döneminden birkaç günü kapsıyor. barsineği'nin iki esas karakteri henry ve wanda amerikan toplumunun yakasına yapışan mumyalanmış yaşam tarzından kaçmaya çalışan iki kişidir," bukowski'ye göre. "henry ile wanda teslimiyetin canlı ölümünü kabullenmeyi reddederler. bu film onların cesur deliliklerine odaklanmaktadır."


barlar üzerine:
barlara pek gitmiyorum artık. sistemimden çıkardım onları. şimdi bir bara girdiğimde öğürüyorum, o kadar çok bar gördüm ki, yetti bana -gençken yapılacak iştir bara gitmek, biliyor musun, bir hatun kaldırmaya çalışmak, birileriyle dövüşmek filan, bütün o maço saçmalık - benim yaşımda yapılacak iş değil. barlara işemek için giriyorum artık. yıllarımı geçirdim barlarda. bara girip kusmak için doğru helaya giderdim, oraya varmıştı iş.

unamethedrama,iplaythepart!

yine yazıyorum, evet! hiç 2gün artarda yazmamıştım. bi günde 2 tane yazmıştım ama 2 gün artarda hiç olmamıştı. ne mesudum yareppim! esranın sınavı var ayın 10unda saat 13te. ama çalışmamam gerektiğine karar verdim. çünkü son 2 sınavı çalışmadan geçtim. Allah'ın hakkı 3tür. 3.de göte geleceğimi biliyorum, ve vizem de 10du zaten. yani 80 almam gerekiyor. ve ezbere karşı olan hocamızın sorduğu soruların alayı ezber. içimden bir ses kadının geçireceğini, çalışmam gerektiğini söylüyor ama 32143561263 sayfa kuram oturup da ezberlenir mi. ha konunun aslını anlarım anlamasına da, şimdi sınav da fotokopilerdeki yazıların tıpkısının aynısını isteyeceğini bildiğimden-"ezberci sisteme hayır!" diyen hocamızın- çalışıp da ezberlemem imkansız. geçseydi fatih geçerdi zaten =) b...k hocanın bütünden 80 alıp geçtim, daha doğrusu o geçirdi, benim o dersten 80 almam-kendi alın terimle-, SAYIN baykalın önce iktidara gelip, sonra da her mahalleye Kur'an kursu açma girişimini tamamlaması ve Erdoğan'ın-Sayın Başbakanımızın- Davos'ta peresten dayak yemesi gibi bişey olurdu. bu hocanın sınavına sabah 10da girdik-tarih:03.02.2009, büyük müzekart günü- bana kartını verdi akşam beni ara da sınav sonuçlarınız söyleyeyim diye. kadını aradım herzamanki gibi bana "siz" diye hitap etti, ve sınavdan 80 aldığımı-daha doğrusu verdiğini- söyledi. hatta üstüne üstlük "serdar, eğer 80 yetmiyorsa biraz daha yükselteyim" dedi ve ben kalakaldım öylece. ve hemen o kadını da şabanla beraber sevdiğim hocalar listesine aldım.-malum çıkar ilişkisi- hatta ona bi çift lafım var. "kedin oluum besle beni."ve her öğretmenin öğrenciye yaptığı bir kıtaktan sonra duyduğu haklı babacan tavırla, "ama 2. dönem sizden daha iyi bir performans bekliyor olacağım" dedi. ben de malum yalan söyledim(bkz:ikiyüzlülük), tamam hocam ortalığın amına gorum siz isteyin yeter ki dedim! neyse böyle şeylerdi işte. -you name the drama, i play the part-

2/5/09

e....en...ent..ente.entel !



saat 21:47 ve başlıyorum..yazmak gibi bir niyette değildim hatta kapıya kilidi vurup çıkıyordum ki, şu an içinde bulunduğum ortamın cazibesine dayanamadım..benim biraderin işyerindeyim-zaten bu saatte başka yerden internete girmem zor, iddaadan ya da piyangodan para vurmadıkça*(ki ne iddaa ne de loto toto oynuyorum şu sıralar) haa bir de sefanın evinden girebilirim dii mi lan kerhanacı=)..neyse ortama geleyim..ofis karanlık, bilgisayarın ışığı, bilgisayardan sızan ışık huzmesine eşlik eden UFO'nun turuncu ve seksi ışığı, WİNSTON soft paketinin içindeki 7 adet sigaram ve paketin içinden aldığım 8. sigaranın dumanı, fonda bitmeyen-bitince de ısrarla başa aldığım- karagüneş müzik ziyafeti, mesene penceresinden de fatih yazıyor(bunun cazibeyle pek alakası yok)




-kardeşim burağın sınavına girmiş, ve çakma polatla kenafir gözlü fermeerin karışımı burağın sarfettikleri sözler şunlar(mış):


-finalde kolay sordum, bütte acımam..


Editörün yorumu: a.q amsalağı ne alaka, nasıl bi ilişki kurdun finalle büt arasında bana semantik, ekin(beyzaya slmlar), pragmatik olaylarına girmeden bi anlatıver ! (neyse kardeşim üzme kendini -defolu teselli-)




neyse ne işte..feriğim, fidanım, sevdalım(balladofathinmaniac.blogspot.com) ısrarla izmire gel de sahilde elele tutuşup bi o yana bi bu yana koşalım şarkılar söyleyelim diye davetkar kelamlar ediyor. Ben ise her seferinde ne kadar boktan bir maddi durumsuzluğun içinde bulunduğumu anlatmaya çalışıyorum, o da her seferinde:


"-yeter sus! benden sürekli kaçıyorsun farketmiyorum zannetme. kan var bütün kelimelerinin altında." diye sitemkar kelamlar ediyor =).-bu kelam lafını çok sevdim ben-. ondan kaçışım daha ne kadar sürer bilinmez!




entel olma çabalarıma gelince..eveeeet..entel oluyorum..devam eden bir süreci anlatmak için "oluyorum" dedim, çünkü "pat" diye entel olunmuyor. belli başlı gereklilikleri var bu olayın. mesela bi tane şundan alıcaksın=) ==>
==>
==>
sonraki adım entel olmaya çalışma riskine girebilecek bir eş bulmak.-o da tamam:D-sonra biraz kitap okumak gerekiyor, biraz değil bayaa bayaa.bu da hallediliyor sağdan soldan kitap dilenebilirsiniz. ve bahaneniz de şu olsun, almaya param yok demeyin: "ya ben sıfır kitap okuyamıyorum, neden bilmiyorum ama öyle tuhaf bi huyum var. aradığım kitabı da geçen sahafa gittim bulamadım 2. elini, vs. vs. vs."=)sonra bi de "akepe"ye muhalif olacaksınız, biraz da ergenekonla hafiften bi bağlantınız olacak. yoksa bi boka yaramaz okuduğunuz onca kitap, gezdiğiniz onca müze, çektiğiniz onca fotoğraf-müzede-, boynunuza doladığınız fular. bakmazlar bunlara. sonra yüksek lisans, doktora, bilmem kaç tane kıytırık üniversiteden, bilmem kaç kişiye yalakalık yaparak, gerekirse de altına yatarak alacağınız diploma ve bütün bunları yazacağınız taşaklı bi siviniz. sonra sonra, sınıfta herkes uykusuz okurken, not muhabbeti yaparken, kendilerini dersten bırakmasından korktuğu hocalara benim 5 yaşındaki yeğenim gibi küfür ederken, entel insanın bütün kimliklerinden sıyrılıp bir köşede "k dergisi", "edebi bir roman", "gazeteden yırtıp getirdiği politik bir köşe yazısı" vb. materyalleri çantasının derinliklerinden çıkarıp aydınlanması ve aydınlanırken de belli etmemesi icabeder-mesela entel olmaya çalışan insanın çevresinde ona "davar" diye hitap eden bir güruh varsa, bütün bunları yaptıktan sonra da yine "davar" kalabilmeli-.galiba yeter şimdilik..entel olma yolunda bu yolun yolcusu diğer yoldaşımla ilerlerken farklı yollardan yeni bilgilere ulaşırsam paylaşırım.
(bkz. yol: karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik)
*laptop alamamakla ilişkilendirilmiştir!

Archive

  • 12 (4)
  • 1 (3)
  • 2 (10)
  • 3 (2)
  • 4 (1)